Kültür, bir toplumun veya grubun zaman içinde
geliştirdiği, paylaştığı ve kuşaktan kuşağa aktardığı maddi ve manevi
unsurların bütünüdür. Bunlar; dil, din, davranış kalıpları, edebiyat,
gelenekler, giyim tarzı, günlük alışkanlıklar, iktisat, sanat, mimari tarz,
müzik, nüfus, tarım, ulaşım ve yaşam tarzı gibi birçok unsurdan meydana gelir.
Kültür çok katmanlı ve dinamik bir yapıya sahip olmakla birlikte, bir
topluluğun tarihsel süreç içerisinde geliştirdiği; bilgi, inanç, ahlak, hukuk,
gelenek ve diğer sosyal normların da toplamıdır. Bu nedenle kültürü sadece
geleneksel ve estetik unsurlarla sınırlamadan, toplumsal, politik ve ekonomik
bağlamda da ele almak gerekir. Ayrıca, kültür sürekli evrilen bir olgudur ve
hem geçmişten gelen bir miras hem de çağın dinamikleriyle değişen bir yapıdır
(Mardin, 1994; Tümertekin & Özgüç, 2019). Kültür konusunu farklı
yaklaşımlarla inceleyen antropoloji, coğrafya, edebiyat, sosyoloji, tarih gibi
pek çok bilim alanı vardır. Antropoloji, daha çok toplulukların kültürel
pratiklerine odaklanır ve bu pratiklerin anlamlarını derinlemesine (uzun süren
katılımcı gözlem ve derinlemesine mülakat gibi yöntemlerle) inceler. Edebiyat,
kültürü sanatsal ve estetik bir biçimde yansıtarak ele alırken kültürel
değerleri ve toplumsal eleştiriyi edebi metinler aracılığıyla sunar. Sosyoloji,
kültürü toplumsal yapı, kurumlar ve sosyal ilişkiler çerçevesinde ele alır,
kültürün toplumsal etkileri üzerinde durur. Tarih, kültürü zamansal bir
perspektifle; olaylar, değişimler ve süreklilikler bağlamında inceler. Coğrafya
bilim alanında kültürel çalışmaları diğerlerinden ayıran odak nokta,
kültürün mekânsal özelliklerini; mekânsal farklılıklar, mekânsal benzerlikler,
mekânsal fonksiyonlar ve çeşitli mekânsal kalıplar ile ele alıyor olmasıdır
(Tümertekin & Özgüç, 2019). Coğrafi yaklaşım; kültürün mekânsal boyutunu,
coğrafi çevre ile kültür arasındaki etkileşimi, çevrenin kültür üzerindeki
etkilerini ve kültürel dağılımın coğrafi faktörlerle ilişkisini inceler. Küreselleşme, bütün dünyayı ve hayatın bütün
alanlarını etkileyen çok yönlü anlam katmanına sahip bir süreçtir.
Küreselleşmenin etkilerinin hissedildiği alanlar ve ana konular (ekonomi, din,
dil, kültür, siyaset, yerellik, kültür vb.) oldukça çeşitlidir. Bunun yanı sıra
küreselleşmenin etkilerinin en hızlı ve en yaygın hissedildiği alanlardan biri
ise hiç şüphesiz kültürdür. Özellikle yerel kültürler küreselleşmeden
etkilenmiş ve yer yer büyük bir dönüşüm yaşamıştır. Bazı yerel kültürler
küreselleşmeye bağlı yaşadıkları dönüşümle kendini yeniden oluştururken
bazıları da küreselleşme sürecini kabullenmeyen karşıt yerel hareketler
oluşturmuştur. Bunlar dışında bazı kültürler ise üçüncü bir yol tercih ederek
küreselleşmenin olumlu ve doğru buldukları yönlerini alıp kendi değerleriyle
küresel değerler arasında bir sentez yapmayı tercih etmiştir (Hacısalihoğlu,
2000). Yerelleşme küreselleşmenin zıt tamamlayıcısıdır. Otantiklik
kavramı ise, yerel kültürlerin özgünlüğünü koruma mücadelesiyle ilgilidir.
Festivaller, ritüeller, yemekler gibi kültür öğelerinin yerelde, geleneğe bağlı
olarak yapılması sürecidir. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hemen her
sosyal bilimin ilgi alanına giren otantiklik kavramı, UNESCO (United Nations
Educational, Scientific and Cultural Organization; Birleşmiş Milletler Eğitim,
Bilim ve Kültür Kurumu) başta olmak üzere ona bağlı uluslararası örgütlerin
çabaları sonucu, sadece akademik bir inceleme alanı olarak kalmamış, aynı
zamanda Dünya Miras Listesi’ne (World Heritage List) girebilmek için
miras alanlarının taşıması gereken şartlardan biri haline gelmiştir. Kavram,
günümüzde turistik çekiciliklerin talep edildiği bir turizm çeşidi olan miras
turizminin de öznesi konumundadır (Stovel, 2008). Yerelleşme kavramı, aynı
zamanda yerel kültürlerin özgünlüğünü koruma mücadelesini de yansıtır. Ancak bu
öğelerin kültürel turizm nesnesi olmaları; onlara, ister istemez,
orijinal ortamından koparıp, yapaylık katacağı için böyle bir durumda yöreselmiş
gibi bir imaj oluşacaktır. Bu imaj ise sahnelenmiş otantiklik
kavramının doğmasına neden olmuştur (Angın et al., 2020; Ölçer Özünel, 2011). Yerel kültür, belirli bir bölge veya topluluğa özgü
olan; o topluluğun günlük yaşamını, inançlarını, geleneklerini, dillerini ve
yaşam biçimini kapsayan kültürel unsurlardır. Bu kültür, çevresel koşullar ve
tarihsel süreçlerin etkisiyle şekillenir ve o bölgeye özgüdür (Hall, 1998). Otantik
kültür, belirli bir topluluğun geleneksel ve özgün değerlerini,
alışkanlıklarını, sanatını, müziğini ve yaşam biçimini koruyan kültürel
yapıdır. Modern etkilerden uzak, topluluğun kendi iç dinamikleriyle sürdürülen
ve geçmişle bağlarını koruyan kültürel öğeleri ifade eder (Heitman, 2011). Günümüzde yerel ve otantik kültürel özelliklerini
devam ettiren toplumlar hâlâ vardır: Kuzey Avrupa’da Sami halkı, Yeni
Zelanda’da Maoriler, Amerika Birleşik Devletleri’nde Navajo kabilesi, Sahra
Çölü’nde Tuaregler, Arktik bölgelerde yaşayan Inuitler, Namibya’da Himba halkı,
Anadolu’da Yörükler gibi. Bu gruplardan her biri kendi dillerini, sanatlarını
ve geleneklerini yaşatarak kültürel kimliklerini korur. Ancak küreselleşme ve
modernleşme yerel-otantik kültürleri yer yer yok etmiş yer yer de değişime
uğratmıştır. Bazı görüşler yerel ve otantik kültürlerin küreselleşme ve
modernleşmeye karşı direneceği yönündeyken bazı görüşlere göre ise değişim
kaçınılmazdır. Kültürel çeşitliliğin korunması, insanlığın zengin mirasını
gelecek kuşaklara aktarmak açısından kritik bir öneme sahiptir.
Atıf Sayısı :